Annesi dar pantolon giymediyse, normal doğum yapmışsa, nikahlı evlenmiş ise, 2 yaşına kadar anne sütüyle beslenirse sıhhatli olur. Anne de 7 yaşına kadar yüzmeyi öğretirse tedbirli olur ve güzel ahlaklı yetiştirirse, güzel gıdalandırırsa, ondan sonra okul devresinde 1 sene ana okul, 4 sene ilkokul dönemini normal okursa, iyi ahlaklı öğretmenlerden güzel okursa, eğitim-öğretim devresinde 4 yıl geçirse, uzaktan öğretim ve yakından eğitim ile 4 yıllık devreyi geçirirse yüksek tahsile hazırlıklı başlar. Kabiliyetine göre istediği branşlarda yüksek tahsili tamamlayabilir. Üniversiteden sonra uzmanlaşmaya devam eder. Böylece hayata başlar, adapte olur, 1 hanımla evlenip evliya olur. Çocukları olursa babalık/annelik sıfatını alır. Torunları olursa dedelik/ninelik sıfatını alır. Çocuklar yaprak, torunlar meyve olur. 61 miladi, 63 hicri peygamber yaşına kadar olgunlaşır. Müminlik sıfatını alır. Ondan sonra merdivenler tersine döner. Miladi 126 ya doğru aşağı iniş başlar. Ömür en son Hicri 122, miladi 126 da sona erer. Öbür dünya mezarlıkta başlar, oradan Berzah hayatı başlar. Kıyamet kopunca bitmeyen cennet hayatı başlar. Dr. Emin Acar
Yazar: WordName
Cumhur İdare
İnsanda;
Ruh, reis-i cumhur;
Akıl, başvekil;
Zeka, başbakan yardımcısı;
Göz ve kulağın melekeleri, bakan;
Vücut, vatandaştır.
Buna “Cumhur İdare” denir.
Ümmül İslâm
ÜmmüI din İslâmdır.
Ümmül İslâm ezandır.
Ümmül kitap Kur’andır.
Ümmül Kur’an Fatiha’dır.
ÜmmüI yaratık insandır.
Ümmül ata Hz. Adem ve Havva Anamızdır.
Ümmül peygamber Hz. Muhammed’dir.
Ümmül mescid dünyadır.
Ümmül kura Mekkedir.
Ümmül ibadethane Ka’bedir.
Ümmül ibadet namazdır.
Ümmül gıda süttür.
Ümmül ısıtıcı güneştir.
Hz.Peygambere Salât ve Selâm Getirmenin Anlamı
Nasihat Hakkında
Nasihat kelimesi Arapça nasaha نصح kökünden gelir. Mânâsı “nush- النصح (vaaz, öğüt) ve nasihat- النصيحة”tır. Kelime, “ihlâs- الاخلاص ve tasfiye- التصفية” anlamı da içerir. Nasihat kelimesi Türkçe’de öğüt anlamındadır.
Arapça dil mantığı çerçevesinde kelimenin Arap dil çevriminde kullanım örnekleri şunlardır:
– نصحت الود : أخلصته anlamındadır.
– نصحت العـسـل : صفيته anlamındadır
– ناصح العـسـل : خالصـه anlamındadır.
Tahrîm suresi 66/8. ayet-i kerime’deki “توبة نصوحة” / nasuh tövbesi/ tevbe-i nasûh, hâlis, samimi tövbe ibaresine iki anlam verilmiştir:
– ihlâs (الاخلاص)
– ihkâm (الاحكام)
“Dilimizde ‘kesinlikle bozulmaması gereken tövbe’ anlamındadır.”
Nasihatnâme kelimesi ise, “İnsanlara doğruluk, saygı, sevgi, bilgi edinme, yetişme konularında yol göstermek, öğüt vermek amacıyla yazılan manzum veya mensur eser, nasihat kitabı” anlamındadır.
SÖZLÜK ANLAMINA GÖRE NASİHAT’ın TANIMI
Tanım:
Bir eylemin veya sözün, onu meydana getirip işleyene iyi ve lüzumlu olanını bulmak için araştırıp inceleme veya seçme yapmaktır.
Tanım:
“Bir kimseye doğru yolu göstermek, yapması ve yapmaması gereken şeyler üzerine dikkatini çekerek davranışlarını olumlu yönde düzenlemesi için söylenen söz, yapılan konuşma, verilen öğüt.”
DİNÎ (ŞER’Î) ANLAMINA GÖRE NASÎHAT’in TANIMI
Tanım:
Nasihat edilen kişiye hileden/gıştan uzak olarak gönülden gelen görüş ve düşüncesini ve hayrına olan şeyi tercih edip söylemektir. Bu sebeple nasihat; hem din, hem İslâm olarak adlandırılmıştır.
Tanım:
Müslüman kardeşine Yüce Allah’ın nasip ettiği nimetin onun rahat ve huzuruna katkısı bulunan her durumda devamlılığını dilemektir.
Tanım:
Salaha/barış, rahatlık ve huzur içinde olmaya vesile olan hale sevk/yönlendirme ve davet/çağrı, fesada sebep olan halden tahzir/sakındırma suretiyle bir kimse hakkında ortaya çıkan hayırhahlık/herkesin hayrını isteme durumu.
Nasihat dinlemeyen kimse, verilen faydalı ilacı kabul etmeyen hastaya benzer.
Dürüstâne olsa bile dikkatsizce yapılan nasihatler, çok kere aksül’amel/karşı tesir meydana getirir.
Nush ile yola gelmeyeni etmeli tekdir
Tekdir ile uslanmayanın hakkı kötektir
Ziya Paşa
Kaynaklar:
BİLMEN, Ömer Nasuhi (1883-1971), Dînî ve Felsefî Ahlâk Lügatçesi, Bilmen Yayınevi, İstanbul1967.
El-İsfahânî, Ebu’l-Kâsım el-Huseyn b. Muhammed (v. 502h./1109m.), el-Mufredât fî Garîbi’l-Kur’ân, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut tarihsiz.
İslâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2006, Cilt:XXXII.
Meydan Larousse Büyük Lûgat ve Ansiklopedi, Meydan Gazetecilik, İstanbul 1972, Cilt: IX.
Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Yayınları, İstanbul 2005.
Et-Tehânevî, Muhammed Ali b. Ali (v. 1158 h./1745m.); Keşşâfu İstılâhâti Fûnûn, Kahraman Yayınları, İstanbul 1984.
Türkçe Sözlük, TDK, Ankara 2005.
Besmele
“Kur’an-ı Kerim besmele de,
besmele “b” harfinde ve
dolayısıyla “b”nin altındaki noktada (ب ) özetlenmiştir.”
“Kur’an-ı Kerim’de ne varsa besmelede,
besmelede ne varsa “b”de,
“b”de ne varsa altındaki noktada (ب ) toplanmıştır.”
SÖZLÜKTE BESMELE
Besmele/Besmele-i Şerîfe: Bismillahirrahmanirrahim terkibinin/cümlesinin adıdır.
Besmele çekmek Besmele demek Besmele okumak |
Bismillahirrahmanirrahim demektir. |
Besmele-hân/besmele – kes: Besmele çeken.
Tesmiye: “Allah’ın adını anmak” anlamında Besmele yerine kullanılır kelime.
Eûzü Besmele: “Kovulmuş şeytanın şerrinden Allah’a sığınırım” anlamındaki Eûzubillâhimineşşeytânirracîm cümlesiyle Besmelenin ortak adı.
Besmele – hemdele – salvele, Müslüman yazarların kitap önsözlerinin üç bölümü. Birinci bölüm Besmele, yazıya Allah’ın adıyla başlandığını belirtme; ikinci bölüm hamdele, Allah’a duyulan şükran; üçüncü bölüm salvele, Hz.Peygamber’i övme ve duadır.
İSLÂMİYETTE BESMELE
Neml sûresindeki besmele âyeti (27/30) nâzil olduktan sonra besmele son şeklini almış, Sevgili Peygamberimiz (A.S.) hayatının sonuna kadar hep bu ibareyi kullanmış, besmelenin yazıldığı ilk satıra başka hiçbir şeyin yazılmamasını emretmiştir.
Besmele, kâinatı yaratan ve idare eden en yüce varlığın adını, Kur’an-ı Kerim’de bu ad yerine en çok kullanılan ve doksan dokuz esmâ-i hüsnâ dizisinde ikinci sırayı alan “Rahmân” ile hemen onun ardından gelen “Rahîm” isimlerini toplamış kutsal bir metindir. “Esirgeyen-bağışlayan, lütuf, merhamet ve ihsanını eksiltmeyen” anlamındaki Rahmân ve Rahîm isimleri ilâhî rahmet ve koruyuculuğun bütün âlemi kucakladığını ifade etmektedir. Kur’an ve hadis metinlerinde yüce yaratıcıya nisbet edilen bütün isim ve sıfatları bir bakıma özet halinde ihtiva eden besmele; müslümanların hem inanç, hem ibadet, hem de günlük hayatlarında büyük bir yer tutmaktadır.
Her Müslümanın meşru bir işe başlarken söylediği bu söz, o işe iyi niyetle ve başarmak azmiyle giriştiğine delildir. Besmele çekmekle o, “Nefsim veya başka bir varlık adına değil; Allah (C.C.) adına, O’nun rızası için ve O’nun izniyle başlıyorum” demek ister. Aynı zamanda, bir işi (gerek dünya gerek ahiretle ilgili olsun) Allah’a dayanarak başarma dileğini ifade eder. Sevgili Peygamberimiz (A.S.) bir hadis-i şeriflerinde:
“Besmele ile başlanmayan her iş aksaktır/bereketsiz ve sonuçsuzdur.” (Aclûnî, II.174) buyurmuştur.
Böylelikle besmele çeken/diyen/okuyan kişi, Yüce Allah’ın Rahmân ve Rahîm isimlerinin tecelli etmesini beklediğini, böylece hem dünya hem de ahiret saadeti dilediğini, giriştiği iş her ne ise güç yetirebilmesi için gerekli olan kudretin Yüce Allah tarafından ihsan edilmesini temenni ettiğini ve kendisinin devamlı olarak Yüce Allah’ın yardımına muhtaç olduğunu bildirmiş ve bu farkındalıkla ezelî kudretin yardımını celbetmiş olur.
KUR’ÂN-I KERÎM’İN ANA KONULARI AÇISINDAN BESMELE
Kur’an-ı Kerim’in konularının Allah ile âlem, Allah ile insan, insan ile insan ve insan ile âlem arasındaki münasebeti bildirmekten ibaret olduğunu söylemek mümkündür. Besmelenin başındaki “bâ” edatı (be harfi) bu münasebeti ortaya koymakta ve kulun yaratanından yardım isteyerek hep O’na bağlı kalışını ifade etmektedir. Arapça cümle yapısı itibariyle besmeleden önce “bâ”nın ilgili bulunduğu mahzuf bir fiil vardır. Bu besmele ile başlanacak herhangi bir fiildir: “Bismillâh diye başlıyorum”, “Bismillâh diye kalkıyorum”, “Bismillâh diye hayvan kesiyorum” gibi. Böylece ulûhiyyet ile ubûdiyyet arasında sevgiye dayalı olan derunî münasebeti ifade eden besmele İslâm’ın bir sembolü, her iyiliğin anahtarı ve Allah’ın kullarına bir ihsanıdır.
ARAP DİLİ GRAMERİ AÇISINDAN BESMELE
Sûrelerin başında bulunan besmelelerin mahzuf fiilinin, Kur’an-ı Kerim’in ilk nâzil olan âyetinin ilk kelimesi “ikra” (oku) olduğu kabul edilir. Besmelenin doğrudan doğruya “Allah” lafzıyla (bi’llâh: “Allah ile başlıyorum”) değil de “isim” kelimesiyle başlamış olmasının hikmetleri üzerinde çeşitli yorumlar yapılmıştır. Bunların en önemlisi besmele cümlesinin yemin cümlesinden ayrılma hikmetidir. Kur’an’ın ilk nâzil olan sûresi kabul edilen Alâk sûresi de aynı kompozisyona sahip olduğu gibi Cenâb-ı Hakk’ı niteleyip öven muhtelif âyetlerde de O’nun Zâtına delâlet eden esmâ-i hüsnâ lafzından önce “isim” kelimesi yer almaktadır (mesela bkz. er-Rahmân 55/78; el-Vâkıa 56/96). Bu tür kullanımlarda isim ile müsemmânın (zât) aynı olduğu kabul edilmektedir.
NAMAZDA BESMELE
Namaz dışında Kur’an okumaya başlarken sûrenin başında eûzü besmele çekmek âlimlerin çoğunluğuna göre sünnet, sûrenin başından değil de herhangi bir yerinden başlama halinde ise menduptur. Tevbe sûresiyle tilâvete başlayan ise yalnız eûzü okumakla yetinir, besmele çekmez. Enfâl sûresinden Tevbe sûresine geçişte de aynı şekilde besmele terkedilir. Namazda ise Hanefî mezhebine göre her rek’atta Fâtiha’dan önce sessiz (sırrî) olarak besmele okumak sünnet, Şâfiî mezhebine göre sessiz veya sesli (cehrî) okumak farz, Mâlikî mezhebine göre ise terketmek mendup, okumak mekruhtur. İslâm’ın yaygın muaşeret kurallarından biri de yemek yemeye başlarken besmele çekmektir. Konu ile ilgili hadiste belirtildiği üzere (Ebû Dâvûd, “Et‘ime”, 15; Tirmizî, “Et‘ime”, 47) başlanırken unutulduğu takdirde hatırlandığı zaman, “Başında da sonunda da Allah’ın adıyla” anlamında “Bismillah fî evvelihî ve âhirihî/Başlangıcı ve de nihayeti için bismillah” demek gerekir.
BİR İŞE BAŞLARKEN BESMELE ÇEKMEK
Herhangi bir işe başlarken besmele çekmenin hükmü işin mahiyetine göre değişir. Mesela içki içmek, gasbedilen veya çalınan bir şeyi yemek gibi yasak fiillere besmele ile başlamak, onları meşrû saymak anlamına geleceği için haram kabul edilmiştir. Abdest almak, dua okumak gibi ibadetlerle yenilmesi helal olan gıdaları yemek, aynı mahiyetteki şeyleri içmek gibi fiillere besmele ile başlamak sünnet, oturma, kalkma ve yürüme gibi işlerde ise mubahtır. Necâset mahallerinde besmele çekmek mekruh sayılmıştır.
KÜLTÜRÜMÜZDE BESMELE
“Ki bismillâh evvel zi niyyet begûy
Dovom niyyet âver siyum kef be şûy
(Bir işe niyet etmeden önce bismillâh de
Sonra niyet et, daha sonra da giriş işe)
Sa’dî, Bostân
Dilsel kültürümüzde Besmele ile oluşan çeşitli tabir ve deyimlerden başka bu kutsal metin mimarî eserlerde ve hat sanatında da önemli bir malzeme ve süsleme unsuru olmuştur.
Sülûs ve nesih yazıda besmelenin “sin” harfinin uzatılmasıyla yazılan şekline oklu besmele denir.
Nesir sahasında da çeşitli ilmî ve edebî eserlere mevzu olan besmele hakkındaki eserler Türkçe’de genel olarak “Besmele Risâlesi” adıyla anılmaktadır. Bunlarda besmelenin imlâsından faziletine kadar konuyla ilgili hemen her meseleden bahsedilmektedir. Mensur eserler didaktik, manzum olanlar ise sanat yönü ağır basan eserler hüviyetine sahiptirler.
Bunlar arasında karakteristik bir özellik gösteren Taşlıcalı Yahya Bey’in Gencine-i Râz mesnevisinin başındaki şiir, beyit sayısı çok olan manzumelerin en önemlilerinden olduğu gibi besmelenin her harfindeki mânâları açıklamak üzere yazılmış mısralardan meydana gelen nadir örneklerdendir. Şiirin doğrudan doğruya besmelenin harfleriyle ilgili beyitleri şöyledir:
“Nokta kim “bâ”sı ile hem-demdir / Nokta-i dâire-i âlemdir
‘Sîn-i serdâr-ı’ selâmettir anun / Meddi bir cisr-i inâyettir anun
‘Mîm’i bâlây-ı muallâdır anun / ‘Elif’i âli-i a’lâdır anun
‘Elif’in remzi-durur ey âbid / ‘İnnemallâhu ilâhün vâhid’
Olmayan ilm-i ledün âgâhı / Bilemez lâm-ı kelâmullâhı
‘Hâ’ gibi aç gözünü kalma melûl / Mâsivallâhı ko Allah ile ol
İki ‘râ’ gurre-i îdeyn-i şerîf / İki ‘râ’ manzara-i nûr-ı latîf
‘Mîm’in altında o ‘nûn’ oldu mekîn / ‘Nûn’ gibi ki olur zîr-i zemîn
Da’vet-i rahmet-i Hakk’a gûyâ / ‘Yâ’sı olmuştur anun harf-i nidâ
Yazılır gerçi ki mâ-tahte rahîm / Oldu tâc-ı ser-i mushaf ol mîm.”
Hâkânî Mehmed Bey’in Hilye’sinin başındaki, “Besmeleyle edelim feth-i kelâm / Feth ola tâ bu muammâ-yı benâm” mısralarıyla başlayan yirmi iki beyitlik besmele mesnevisi de Türk edebiyatında bu konuda yazılmış en meşhur eserlerden biri kabul edilmektedir.
Türk eğitim ve kültür tarihinde de besmelenin önemli bir yeri vardır. Halk arasında “besmele cemiyeti” adıyla anılan ve âmin alayı’nın evde veya mektepte icra edilen kısmından ibaret olan “bed-i besmele”, okuma yaşına gelmiş çocukların, yapılan bir merasim ve duadan sonra hocanın önünde ilk olarak besmele çekmesini, bir başka deyişle okumaya başlamasını ifade eder. Bed’-i besmele töreni mahalle halkı arasında maddî ve manevî yakınlaşmayı sağladığı gibi zenginlerin birkaç fakir çocuğu daha okutmaya başlamasını temin edecek bir yardımlaşmaya da sebep oluyordu. Bunun yanında çocuklarda okuma, ana babalarda da okutma arzusunu arttırdığı, ilme ve ilim adamına saygı ve sevgiyi teşvik ettiği açıktır. Bu tören, çocuk için bebeklik çağından kurtulup yeni bir statü kazanma manasını ifade ettiğinden, ayrıca hayatın yeni bir devresine başlamanın tescili, bir nevi “adam olma” yolunda atılan ilk adım sayılıyordu ve pedagojik değeri yüksek bir gelenek olarak bilhassa erkek evlat sahiplerinin sünnet düğünü kadar önem verdikleri bir mürüvvetti. Bed’-i besmele töreninde çocuk baştan aşağı yeni elbiseler giymiş olarak davetlilerin karşısına çıkar ve hocasının önüne diz çöküp otururdu. Hoca çocuğa bir besmele çektirir, “Rabbi yessir” duasını tekrar ettirir ve elifbanın ilk harfi olan elifi gösterirdi; daha sonra da bir arş-ı şerif okunurdu. Ardından hoca tarafından öğrenciye, Allah’tan zihin açıklığı ve başarılar niyaz edilen “Rabbi zidnî ilmen” duası yapılarak tören bitirilirdi.
Bed’-i besmele törenine bağlı olarak ortaya çıkan mektep ilâhileri arasında besmele ilâhilerinden de söz etmek gerekir. Mesela,
“Yâ ilâhi başlayalım ism-i bismillâh ile
Bu duaya el açalım ism-i bismillâh ile
Sen kabul eyle duamız besmele hürmetine
İlmini eyle müyesser yâ ilâhe’l-âlemin”
beyitleriyle başlayan konu ile ilgili bir ilâhinin diğer beyitleri de benzer niyazları ihtiva etmektedir. İsmail Hakkı Bey’in, ilk beyti, “Başlan bismillâh ile / Gelin tevhid edelim” olan uşşak ilâhisiyle bestekârları meçhul ve güftesi Nesîmî’ye ait, “Âyetinin safhasında gör ne yazmış ol kadîm / Okudum ol hattı bismillâhirrahmânirrahîm” beytiyle başlayan hüzzam ilâhileri, besmele konusunu işleyen diğer ilâhilere örnek olarak gösterilebilir. Garbî adlı bir Bektaşî şairinin, “Bâ-i bismillâhı bilmeyen fakı / Fâtiha okusa imam olamaz” beytiyle başlayan nefesi.
Dinî konuları işleyen ninnilerde iktibas suretiyle en çok tekrar edilen ibareler arasında besmele gelmektedir. Annelerin çocuğu üzerindeki ilk ve esaslı tesirinin ifadesi olan bu ninnilerde genel olarak besmele ile başlama, çocuğu besmele ile büyütme gibi duyguların terennüm edildiği görülmektedir:
“Ninni der uyuturum
Besmeleyle büyütürüm
Ne yapalım böyle durum
Ninni yavrum ninni
Besmeleyle uyanır
O nurlara boyanır
Buna can mı dayanır
Ninni yavrum ninni”.
KAYNAKLAR:
BİLMEN, Ömer Nasuhi (1883-1971), Dînî ve Felsefî Ahlâk Lügatçesi, Bilmen Yayınevi, İstanbul1967.
El-İsfahânî, Ebu’l-Kâsım el-Huseyn b. Muhammed (v. 502h./1109m.), el-Mufredât fî Garîbi’l-Kur’ân, Dâru’l-Ma’rife, Beyrut tarihsiz.
İslâm Ansiklopedisi, Türkiye Diyanet Vakfı Yayınları, Ankara 2006, Cilt:V.
Meydan Larousse Büyük Lûgat ve Ansiklopedi, Meydan Gazetecilik, İstanbul 1972, Cilt: II.
Misalli Büyük Türkçe Sözlük, Kubbealtı Yayınları, İstanbul 2005.
Et-Tehânevî, Muhammed Ali b. Ali (v. 1158 h./1745m.); Keşşâfu İstılâhâti Fûnûn, Kahraman Yayınları, İstanbul 1984.
Türkçe Sözlük, TDK, Ankara 2005.
Dua Kelimeleri
Kelime-i Tevhit/Tevhid Kelimesi
لا إله إلا الله محمد رسول الله
Lâ ilâhe illallâh Muhammedun Resûlullâh
Allah’tan başka tanrı yoktur, Muhammed Allah’ın elçisidir.
Kelime-i Şahadet/Şehâdet Kelimesi
أشهد أن لا إله إلا الله و أشهد أن محمداً عبده و رسوله
Eşhedu enlâ ilâhe illallâh ve eşhedu enne Muhammeden abduhu resûluhu
Allah’tan başka tanrı olmadığına ve Muhammed’in kulu ve elçisi olduğuna tanıklık ederim.
Tekbîr
الله أكبر الله أكبر لا إله إلا الله و الله أكبر الله أكبر و لله الحمد
Allâhu ekber allâhu ekber lâ ilâhe illallâhu vallâhu ekber Allâhu ekber ve lillâhi’l-hamd
Allah en büyüktür. Allah en büyüktür. Allah’tan başka tanrı yoktur ve Allah en büyüktür. Allah en büyüktür ve övgü/hamd yalnız onadır.
Salât-u Selâm/SEVGİLİ PEYGAMBERİMİZE SALÂT VE SELÂM:
اللهم صل علي سيدنا محمد و علي آل سيدنا محمد و صحبه و سلم
ALLAHUMME SALLİ ÂLÂ SEYYİDİNÂ MUHAMMEDİN VE ALÂ ÂL-İ SEYYİDİNÂ MUHAMMEDİN VE SAHBİHİ VE SELLİM.
EY YÜCE ALLAH’IM, PEYGAMBER EFENDİMİZE, SONRA DA ONUN AİLESİNE, ARKADAŞLARINA/YOLUNDAN GİDENLERE SALÂT VE SELÂM EYLE!
Subhâneke Duası
سبحانك اللهم و بحمدك و تبارك ا سمك و تعالي جدك –و جل ثنائك- و لا إله غيرك
Subhâneke’llâhumme ve bi hamdike ve tebâreke’s-muke ve teâlâ cedduke –ve celle senâuke- ve lâ ilâhe gayruke.
‘’Allah’ım! Sen eksik sıfatlardan uzaksın. Seni daima böyle takdis eder ve överim; Senin adın mübarektir. Övülüşün yücedir ve Senden başka tanrı yoktur.’’
Ettehiyyâtu Duası
Ettehiyyâtu lillâhi ve’s-salâvâti ve’t-tayyibâti es-selâmu aleyke eyyuhe’n-nebiyyu ve rahmetullâhi ve berekâtuhu; es-selâmu aleynâ ve alâ ibâdillâhi’s-sâlihîn; Eşhedu enlâ ilâhe illallâh ve eşhedu enne Muhammeden abduhu resûluhu.
Selâmlar, saygılar ve en güzel sözler Allah’a olsun. Selâm ve Allah’ın rahmeti, bereketleri sana olsun Ey Peygamber. Bizlere ve Allah’ın güzel kullarına da selâm olsun. Allah’tan başka tanrı olmadığına şahitlik ederim. Muhammed’in onun kulu ve elçisi olduğuna şahitlik ederim.
Allahümme Salli ve Barik Duaları
Allah’ım, Muhammed’e ve onun ailesine, İbrahim’e ve ailesine rahmet ettiğin gibi, rahmet et. Şüphe yok ki, övülmüş yalnız sensin, gerçekten şan ve şeref sahibi de Sensin!
Allah’ım, Muhammed’i ve onun ailesini, İbrahim’i ve ailesini mübarek kıldığın gibi mübarek kıl. Şüphe yok ki övülmüş yalnız sensin, gerçekten şan ve şeref sahibi de Sensin!
Rabbenâ Duaları
Ey bizim Rabb’imiz! Bize dünyada da iyilik ve güzellik, ahrette de iyilik, güzellik ver ve bizi, ateşin azabından koru.
Ey bizim Rabb’imiz! Herkesin hesabına bakıldığı gün beni, annemi ve babamı ve müminleri bağışla.
Kalıpsız Söz (Molla Fenari’den)
KALIPSIZ SÖZ
Bir Kadiri, bir Mevlevi, bir Rüfai, bir Nakşi ve bir Bektaşi zamanın Şeyhülislamı Mollafenari Hazretlerine misafir olarak gelirler. Geç vakitlere kadar sohbet ederler. Nihayet söz kıyamet alâmetlerine dökülür (gelir). Bu konudaki hadis ve ayetlerin manaları açıklanır. Ayrılacakları zaman her birisi bu bahisle ilgili bir güzel söz söylerler…
Önce Kadiri olan, “Her şey Kâdir-i Mutlak Sultan’ın insanoğluna sevgisinden bir nişan taşır.” diye başlayarak der ki:
– Zenginlik insanlar için de cemiyetler için de elzemdir. Bu yolda çalışıp kazancını ilâhi rıza yolunda sarfetmek de ibadettir. Ancak, kıyamete yakın insanların kalpleri, düşünceleri, meslekleri, ahlakları, nefsin rızası yolunda çalışıp, her şey hırs ve temâ (tamah) üzerine kurulacak, asalet sırta giyilen kaftana göre ölçülecektir.
Mevlevi olan, “Öyledir.” diye başlar:
– Kıyamete yakın imansızlık öyle bir hızla dönecek ki, bu tufanda ara yerde benek gibi kalan Hak severler ellerinde serçe kuşu gibi titreyen imanlarını tutmak için çok zorluk çekeceklerdir. İlmin seviyesi alemlerin dönüşünü aynel yakin olarak (görecek) isabet edecek duruma gelecek. Ama bütün alemlerin bir Hakkın etrafında döndüğünü inkar edecek bir şaşkınlığa düşecektir. Onun için Sahabeler, “ahir zamanın imanlı kişileri geçmişin evliyası ile bir olacaktır” demişlerdir.
Rüfai olan, “Yarabbi bizi iki alemde de, gönlümüzde ateşe hakim kıl” diye sözü alır:
– Kıyamete yakın insanlar ateş misali hırs ve arzularını öyle putlaştıracaklar ki, bu yüzden insanlık sevgisi çiğnenecek ve hırsı temsil eden ateşe en yüksek mahareti vermek için çalışacaklardır. Devletler bu maharetli ateşlerle şehirleri bir anda yok edecek güçle övünüp, dünyayı cehenneme çevirecek yolu tutacaklardır. İşte bu yol “O gün insanlar kendilerini ateşlere atan dağılıp uçuşan pervanelere benzer” ayetinin belirttiği bölgeye gidecektir.
Nakşi olan der ki:
– Ahir zamanda insanlar kayaları toz gibi eritmeye yeterli olup, kayalar misali binalar yapacaklardır. Ama yaptıkları her şeyde Hakkın nakşını aksettirecek iman ve duyuşları olmadığı için, zevksiz ruhsuz binalar, şehirler, ibadethaneler insanlara kasavet ve huzursuzluk verecektir.
Sıra Bektaşiye gelince, “Canlar ne manalı sözler ettiniz.” diyerek başlar:
– Kıyamete yakın kalıpsız söz sahipleri kalmayacak. Bunun manası şudur ki; söz kalıptır, düşünce mana insan düşüncelerini kabiliyeti, bilgisi ve ifadesince söz kalıplarına döker. Ancak bir de söz kalıplarına girmeyen lisan vardır. Bunlar da Merhamet-Haya Aşk’tır. Bir insanın merhametine bakar insanlığını, hayasına bakar insan ve aklını, aşkına bakar mertebesini anlarsın, işte bu kalıpsız söz olan, hal dili konuşan gerçek insanlar, merhamet, haya, aşk ehli yavaş yavaş eriyecek; neticede her şey beden zevkine dökülecek. Beden zevkini kısıtlayan her şeye mücadele açılacak. Kıyametin manada korkunç alametlerinden olan bu hal salgın hastalıklar gibi yeryüzüne yayılacaktır.
Söz burada bitince hepsi güneş doğmak üzere diye kalkarlar. Mollafenari misafirlerini uğurlarken,
– Her birinizin en son olarak söylediği sözleri bir kağıda not ettim. Hak bilir bu kağıt ilerki yıllarda sohbetimize şahit olacaktır. Ahir zamanda, Cennet bahçelerinden bir kapı olan kabil sohbetler geçmişin hikayelerinde kalacak, ve haset fesat üzerine ömür törpüsü sözler, oyunlar her şeyin yerini tutacaktır, der…
Ankara’nın başkent oluşu (Müştak Efendi’den)
MÜŞTAK EFENDİ VE ANKARA’NIN BAŞŞEHİR OLUŞU
Müştak Efendi 1172 Hicri 1759 Miladi tarihinde Bitlis’te dünyaya gelmiştir. Asıl adı Muhammed Mustafa’dır. Nitekim mühründe Muhammed Mustafa Muştaki didar idi. Babasının adı İbrahim, annesinin adı Güneş Hanım idi. Kâdiri tarikatına mensubdu. Kabri şerifi Muş merkezinde üç camii arasında bahçe içerisindedir. Müştak Efendi, divanının 29. sayfasında 73. gazelinde Ankara’nın başşehir olacağını belirtmiştir.
Ankara’nın başşehir oluşunu ve o günü, zamanın Ankara Valisi Yahya Galip Bey neşrettiği hatıralarında şöyle naklediyor: “23 Nisan 1920’de 300’e yakın mebusun iştiraki ile Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin camiinde dini bir toplantı yapılmıştı. Hatimler indiriliyor, Buhari Şerifler okunuyor, zafer için dualar ediliyordu. Toplantı sona erince camiin ihtiyar kayyumu Hacı Bayram Hazretlerine ait işlemeli bayrağı eline aldı. Bütün mebuslar hep bir ağızdan tekbir getirerek merasimle camiiden çıktılar; o zamanki Çorum mebusu, daha sonraki Çorum Müftüsü olan zat, Lihye-i Şerif (Sakal-ı Şerif) kutusu başında olduğu halde kafilenin en önünde gidiyordu. Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin tarihi bayrağı ihtiyar kayyum dedenin elinde idi. Bütün Ankara civar köylerinden gelen halkın iştiraki ile kesif bir cemaat teşkil ederek kafilenin arkasına takılmıştı, onlar da hep bir ağızdan yüksek sesle tekbir ve tehlil getiriyorlardı. Nihayet Meclise gelindi, kayyum dede aldığı talimat mucibince Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin bayrağını riyaset kürsüsü üzerine dikti. İlemeli dini bayrağın sağında, solunda Türk bayrakları dalgalanmakta idi. Hafızlar, hatipler için yapılan kürsünün üzerine çıkarak bir hatim indirdiler. Türk milletinin giriştiği mukaddes mücadelede muvaffak olması için yeniden dualar edildikten sonra meclis resmen açılmıştı.”
Bu hadiseden tam bir asır evvel Bitlisli Şeyh Mustafa Muştak Efendi divanına yazdığı bir şiir ile Ankara’nın başşehir olacağını haber veriyordu. Bütün şiirlerini ve eserlerini Müştak Efendi ünvanı ile yazan bu zatın düzenli bir divanı vardır. Bu eser 1946’da İstanbul’da basılmıştır. Divanını Türkçe, Arapça ve Farsça yazmıştır. Divanın 29. sayfasında 73. gazelinde Muştak Efendi sanki bir bilmece gibi yazmış olduğu gazelinde şöyle diyor:
Me’vay-ı nazenine kim elif olursa efser,
Labüd olur me’va İstanbul ile hemser,
Nun vel-kalem başından alınsa nun-i Yunus,
Aldıkta harf-i diğer olur remz ezher,
Miftah-ı sure-i Kaf ser haddi ta kaf,
Munzam olunmak ister ra’yı Resul-i Peygamber,
Ha’yı hu ile ahir maksud olur zahir,
Beyt-i veliyyülekrem ek-hac ıyd-ı ekber,
Ey padişah-ı fahham sultan Hacı Bayram,
Ruhan iser ikram Müştak abd-i çaker.
Kısa açıklaması: ebced hesabıyla lafza’i celalin Elifi, Süreyi Nun’un Nun’u, Sureyi Kaf’ın Kaf’ı, Resul’un R’si, Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerinin himmeti ile H’si Ankara’nın başşehir olacağını belirtmiştir. Bu şiirde rumuzlarla işaret edilen beldenin İstanbul ile eşit olacağına, yani –o devirde İstanbul’un başşehir olması sebebiyle- başşehir olacağına işaret edilmektedir. Şiirin ilk beyitinde beldenin başşehir olma senesi verilmektedir: Elif harfinin ebced hesabıyla karşılığı olan 1 rakamının, efser kelimesinin ebced karşılığı 341 rakamının başına getirilmesi işaret ediliyor ki, 1341 rakamı meydana gelmektedir. Hicri 1341 senesinin Miladi karşılığı ise 1922-1923 yani Ankara’nın başşehir olma yılıdır. Müştak Efendi, başşehir olacak beldenin Ankara olacağına ise şu şekilde işaret etmektedir.
Birinci mısrada bulunan elif yani A harfi anahtar kelimenin başına getirilecektir. İkinci beytin Nun ve’l-kalem ifadesinin başındaki yani nun yani N harfi bir başka deyişle Yunus kelimesindeki N harfi alınacaktır. Üçüncü beytin ilk mısrasında Kaf kelimesinin ilk harfinin yani K harfinin alınması söyleniyor. Aynı beytin ikinci mısrasında ise Resul kelimesinin R harfinin alınması isteniyor. Dördüncü beyitin heva kelimesindeki H harfinin alınmasına işaret ediliyor. Böylece ortaya çıkan harfleri sıraladığımız takdirde A,N,K,A,R,A harfleri ortaya çıkıyor ki eski yazıyla yazılan kelime Ankara okunmaktadır. Şiirin son beyitinde de Hacı Bayram-ı Veli Hazretlerine yani yine Ankara’ya işaret vardır.