Şeyh Edebali’nin Osman Bey’e Nasihatı

Ey Oğul!

Beysin! Bundan sonra öfke bize; uysallık sana… Güceniklik bize; gönül almak sana… Suçlamak bize; katlanmak sana… Acizlik bize, yanılgı bize; hoş görmek sana… Geçimsizlikler, çatışmalar, uyumsuzluklar, anlaşmazlıklar bize; adalet sana…Kötü göz, şom ağız, haksız yorum bize; bağışlama sana… Bundan sonra bölmek bize;bütünlemek sana… Üşengeçlik bize; uyarmak, gayretlendirmek, şekillendirmek sana…

Ey Oğul! Yükün ağır, işin çetin, gücün kıla bağlı, Allah Tealâ yardımcın olsun. Beyliğini mübarek kılsın. Hak yoluna yararlı etsin. Işığını parıldatsın. Uzaklara iletsin. Sana yükünü taşıyacak güç, ayağını sürçtürmeyecek akıl ve kalp versin. Sen ve arkadaşlarınız kılıçla, bizim gibi dervişler de düşünce, fikir ve dualarla bize va’dedilenin önünü açmalıyız.Tıkanıklığı temizlemeliyiz.

Oğul! Güçlü, kuvvetli, akıllı ve kelâmlısın. Ama bunları nerede ve nasıl kullanacağını bilmezsen sabah rüzgârlarında savrulur gidersin… Öfken ve nefsin bir olup aklını mağlup eder.Bunun için daima sabırlı, sebatkâr ve iradene sahip olasın!.. Sabır çok önemlidir. Bir Bey sabretmesini bilmelidir. Vaktinden önce çiçek açmaz. Ham armut yenmez; yense bile bağrında kalır. Bilgisiz kılıç da, tıpkı ham armut gibidir. Milletin, kendi irfanın içinde yaşasın. Ona sırt çevirme. Her zaman duy varlığını. Toplumu yöneten de, diri tutan da bu irfandır.

İnsanlar vardır, şafak vaktinde doğar, akşam ezanında ölürler. Dünya, senin gözlerinin gördüğü gibi büyük değildir. Bütün fethedilmemiş gizlilikler, bilinmeyenler, ancak senin fazilet ve adaletinle gün ışığına çıkacaktır. Ananı ve atanı say! Bil ki, bereket büyüklerle beraberdir. Anadolu; içinden kıvrım kıvrım ırmaklar akan, ağıtları alev alev ciğerler yakan… “Ana”larla dolu olan…

Ana çile yumağıdır, oğul dua kaynağıdır. Ana yüreği narin bir ipek, ata bileği Hakk’ın diktiği en sağlam direktir. Ne ananın ince yüreğini yakasın, ne de babanın kapı gibi bileğini kırasın oğul. Yarın yuva kurduğunda ocağınla onlar arasında köprü olasın.Ana ve ata düşmemek için sırtımızı dayadığımız duvardır, yarın duvar yıkıldığında kıymetini anlarsın.

Bu dünyada inancını kaybedersen, yeşilken çorak olur, çöllere dönersin. Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördün, söyleme; bildin deme! Sevildiğin yere sık gidip gelme; muhabbet ve itibarın zedelenir…

Şu üç kişiye; yani cahiller arasındaki alime, zengin iken fakir düşene ve hatırlı iken, itibarını kaybedene acı! Unutma ki, yüksekte yer tutanlar, aşağıdakiler kadar emniyette değildir.

Düşmanını çoğaltma, haklı olduğunda kavgadan korkma! Bilesin ki atın iyisine doru, yiğidin iyisine deli (korkusuz, gözüpek) derler.

Sabırsız olma oğul! Sabırsız menzile varılmaz. Kaf Dağı’na sabırsız ulaşılmaz. Sabır kara bir dikeni yutmak, diken içini parçalayıp geçerken de hiç ses çıkarmamaktadır. İnsan ocaklar gibi yanmalı, yanmalı da kimselere gamını ilan etmemelidir. Gözünü ötelere dikesin oğul, hesabını idealine göre yapasın. Şunu da asla unutmayasın: Her şeyin vakti tayin edilmiştir. Vaktinden önce öten horozun başı kesilir…

Açık sözlü ol! Her sözü üstüne alma! Gördüğünü söyleme, bildiğini bilme, sözünü unutma, sözü söz olsun diye söyleme…

Gönül adamı ömrünü boşa harcamaz, yüreğini ucuza satmaz, edep tacını başından almaz. Gönül erinin her zaman yüzü yerde, gönlü göktedir. Haklı olduğunda kavga vermesini bilir. Kavgayı sadece bileğiyle değil, ilmiyle ve yüreğiyle yapmasını bilir.

İyiliğe kötülük, şer kişinin kârı; iyiliğe iyilik her kişinin kârı; kötülüğe iyilik de, er kişinin kârıymış oğul.

Öfke benliğin yemi, en lezzetli gıdasıdır. Benlik semirdi mi irade yok olur gider. İradesi zayıflayanın ruhu intihar eder. Posalaşmış bir beden taşımak ne ağır zillet, ötelere kapalı bir ruh taşımak ne büyük ihanet.

En büyük zafer nefsini tanımaktır. Düşman, insanın kendisidir. Dost ise, nefsi tanıyanın kendisidir. Ülke, idare edenin, oğulları ve kardeşleriyle bölüştüğü ortak malı değildir. Ülke sadece idare edene aittir. Ölünce, yerine kim geçerse, ülkenin idaresi onun olur. Vaktiyle yanılan atalarımız, sağlıklarında devletlerini oğulları ve kardeşleri arasında bölüştüler. Bunun içindir ki, yaşayamadılar… (Bu nasihat Osmanlı’yı 600 sene yaşatmıştır.) İnsan bir kere oturdu mu, yerinden kolay kolay kalkmaz. Kişi kıpırdamayınca uyuşur. Uyuşunca laflamaya başlar. Laf dedikoduya dönüşür. Dedikodu başlayınca da gayri iflah etmez. Dost, düşman olur; düşman, canavar kesilir!..

Kişinin gücü, günün birinde tükenir, ama bilgi yaşar. Bilginin ışığı, kapalı gözlerden bile içeri sızar, aydınlığa kavuşturur. Hayvan ölür, semeri kalır; insan ölür eseri kalır. Gidenin değil, bırakmayanın ardından ağlamalı… Bırakanın da bıraktığı yerden devam etmeli. Savaşı sevmem. Kan akıtmaktan hoşlanmam. Yine de, bilirim ki, kılıç kalkıp inmelidir. Fakat bu kalkıp-iniş yaşatmak için olmalıdır. Hele kişinin kişiye kılıç indirmesi bir cinayettir. Bey memleketten öte değildir. Bir savaş, yalnızca Bey için yapılmaz. Durmaya, dinlenmeye hakkımız yok. Çünkü, zaman yok, süre az!..

Yalnızlık korkanadır. Toprağın ekim zamanını bilen çiftçi, başkasına danışmaz. Yalnız başına kalsa da! Yeter ki, toprağın tavda olduğunu bilebilsin.

Sevgi davanın esası olmalıdır. Sevmek ise, sessizliktedir. Bağırarak sevilmez.Görünerek de sevilmez!.. Bizler nefreti eritmek için, sevginin asaletini dünyaya yeniden hakim kılmak için çıktık yola. Bu yolda utanacak bir şeyimiz yoktur. Sevgi yolunun gizlisi saklısı yoktur oğul. Ama altının değerini de sarraf bilir, sözünü muhatabına göre ayarlayasın. Cahilin karşısında altınlarını çamura atmayasın…

Yiğit olan kördür, kötülüğü görmez; sağırdır, kem sözü işitmez; dilsizdir, her ağzına geleni demez. Bildiğini de her yerde ayaklar altına sermez. Yunus gibidir o; yüreği muhabbete, gönül ibresi hakikate ayarlıdır. O bir defa söz verdi mi, onu namusu sadece yüreğinin eline vermeyesin. En çetin imtihan, sevgiyle olanıdır. ‘Kişi ne kadar bahadır olsa da, muhabbete tuş olur.’ diyen atanın sözünü aklından çıkarmayasın. Böyle imtihan olmamak, istikbalde neslinden utanmamak için gecelerin bağrında, seherlerin aydınlığında duaya durasın. Senin ideallerin ve geleceğe dair hedeflerin var oğul…

Geçmişini bilmeyen, geleceğini de bilemez. Osman! Geçmişini iyi bil ki, geleceğe sağlam basasın. Nereden geldiğini unutma ki, nereye gideceğini unutmayasın…

Sen bizim rüyamız, sen bizim devâmız, sen bizim duamızsın oğul. Daima başın dik, alnın ak, gönlün pak olsun.

Zümrüt-ü Anka’nı iyi seç ki Kaf Dağı sana yakın olsun. Yolun ebediyete kadar açık olsun.

Dr. Emin ACAR’dan Nasihatler – 1

Kurban

Kurban Bayramı yaklaşıyor. Peygamber Efendimiz Kurban Bayramında iki koç keserlermiş; biri içeri/hane halkına, diğeri dışarı/hak sahiplerine.

Kurban kesiminde takvada koç kesmelidir. Fetvada manda, keçi, sığır, deve kesilebilir denilmiştir. Bu kurbanlıkların hepsinin (dişileri süt verdiğinden ve neslin devamını sağladıklarından) erkek olanları tercih edilmelidir.

Peygamber Efendimiz Hediy kurbanında (hac sırasında kesilen kurbanda) deveyi tercih etmiştir.

Bebeği büyütebilecek anne sütü veya süt anne bulunmadığında, sütü bebeği büyütüp besleyebilecek hayvan (koyun, keçi, sığır, deve, manda) kurban olur. Bu hayvanların (koyun, keçi, sığır, deve, manda) erkeğini kurban etmek efdaldir.

Akika Kurbanı

Erkek çocuğa iki ve kız çocuğa bir akika kurbanı kesmek sünnettir.

Erkek çocuğa iki akika kurbanı kesilmesinin hikmeti: Erkek çocuğunun imamlık ve müezzinlik yapma hakkı vardır. Kız çocuğunun ise kadınlara imamlık yapma hakkı vardır. Erkek çocuğun halifelik hakkı, hem imamlığı hem de müezzinliği içerir. Kız çocuğun halifelik hakkı, sadece annelik hakkını ve kadınlara imamlığı içerir.

Başka bir deyişle; erkek çocuk için kesilen iki akika, biri mihrab diğeri minare hakkı içindir. Kız çocuk için kesilen bir akika, sadece mihrab hakkı içindir.

Neden sağ tarafa yatmalıyız?

Sevgili Peygamber Efendimiz, sağ taraflarına yatarlardı. Sağ ellerini de sağ yanaklarına koyarak uyurlardı. Böylece, sindirim (hazım) sistemi ve kalp/dolaşım sistemi rahat çalışır. Sağ eli yanağının altında tutunca, beyne kan dengeli (normal) gider ve beyin için en iyi ortam gerçekleşir. Bu da insanın rahat ve dengeli uyumasını sağlar.

Neden sağ elimizi kullanmalıyız?

Çocukların dili dönmeye başladığı zaman hem “La ilahe illallah”  Tevhid kelimesini söylemeyi, hem de sağ ellerini kullanmayı öğretiniz. Çünkü insan sağ elini kullandıkça bu hareketler akciğer  için körük vazifesi görür. Üç bölümlü sağ akciğer parçaları (lobları), sağ elin körük vazifesi görmesi sebebiyle daha çok oksijen alır. Bu durum beyinde konuşma merkezinin daha iyi çalışmasını sağlar. Böylece “La ilahe illallah”  Tevhid kelimesini söylemeye ve sağ elini kullanmaya alışan çocuk konuşmayı çabuk öğrenir. Bu çocukta kekemelik olmaz.

Sol akciğerde iki parça (lob) ve sağdaki üçüncünün yerine kalp vardır. Sol elini kullanma alışkanlığı olanlarda kalp yorulur. Akciğerler iyi/yeterli oksijen alıp veremez. Bu durumda beyin iyi çalışamaz. Çocukta kekemelik olur.

Bu sebeple “La ilahe illallah”  Tevhid kelimesi ve sağ elini kullanma ile çocuklara konuşmayı öğretiniz.

Neden kepekli buğday ekmeği yemeliyiz?

Kepekli ekmek “tam buğday unundan üretilmiş” gıdalı ekmektir. Tam buğday ununda, buğdayın en üstündeki selülozdan oluşan zar yoktur; buna hayvan kepeği denir. Hayvan kepeği, bulgur yapılırken çıkan kepektir (selülozdur). Buğday ekmeği yerine devamlı mısır ekmeği yiyenlerde pellegra hastalığı ortaya çıkar. Çünkü mısırda zein proteini vardır ve bağırsaklarda asimilasyonu sırasında PP vitamini çok tüketilir. Bu da beyinde protein metabolizmasını bozar. Buğday ekmeği yerine mısır ekmeğini yiyen bölgelerde fevri cinayetler çok olmaktadır. Böyle yerlerde fevri cinayetlerin azaltılması için buğday ekmeğinin yenmesi tercih edilmelidir. Mısır ekmeği yenebilir, ama buğdayın yerine geçercesine sürekli olmamalıdır.

Çinliler ve diğer Asya milletleri de buğday ekmeği yerine devamlı pirinç yedikleri için, onlarda B1 vitamini noksanlığı görülür. Bundan dolayı Beriberi hastalığı ortaya çıkar. Bu da beyin yapısını bozar, davranış refleksleri (ürperme, tiksinme vb.) kaybolur.

Mısırda çok bakla (ful) yenir. Bakladaki etken maddeler sebebiyle kanda eritrositler erir. Bu durum oksijen yetersizliğine neden olur ve buna bağlı olarak da nefes darlığı çekilir. İnsanlar daha fazla nefes almaya çalışırken zamanla göğüsleri giderek daha fazla büyümektedir. Bu bölgelerde anfizem göğsü çok görülür; bu insanların akciğerlerinde rezerv hava artmaktadır. Böylece bu insanlar nefesli çalgıları kolay çalarlar, yağlı güreşi rahat yaparlar, opera sanatçısı olurlar. Çok bakla yemek, beyin fonksiyonlarını da bozduğundan, bazı psikolojik bozukluklar ortaya çıkmaktadır.

İnsanlar tam gıdalı ekmek (yani kepekli buğday ekmeği) yerse, anılan sebeplere bağlı olarak bu türlü hastalıklar olmaz.

Evlilik:

Çocuk doğduğu zaman ilk önce annesinin şefkatli, tüysüz, güzel yüzünü görür, sonra babasının kıllı-sakallı yüzünü görür. Annesine daha yakınlaşır. Annenin sesi ince ve güzel olur, çocuğa güzel konuşmasını öğretmek için.

Genç çocuklarda/delikanlılarda sakal çıkmaya başlayınca, kızlarda/genç kızlarda yüz güzelleşince ve memeleri büyümeye başlayınca evlenme yaşı gelmiştir.

Uykudan uyanınca ne yemeli?

Peygamber Efendimiz uykudan kalkar kalkmaz yirmi bir adet üzüm veya yedi/dokuz adet hurma yemiştir. Böylelikle beyin glikozunu doğrudan almış olur ve hemen çalışmaya başlar. Bu durum otomobilde karbüratöre doğrudan benzin vererek çalıştırmaya benzetilebilir. Ancak aç karnına anılan miktarlardan fazla yemek de doğru değildir. Çünkü kandaki şeker birden yükselir, suni şeker hastası durumu gözlenebilir. Bu durum ise otomobilde gaza aşırı yüklenmeye ve motoru boğmaya benzetilebilir.

Vücut çalışmaya başlayıp normal akışa kavuşunca istenen miktar hurma/üzüm (şeker hastası olmamak şartıyla)  yenebilir. Üzüm yemek beyin hücrelerini korur ve böylece bunaklık olmaz.

Peygamber Efendimizin yemekten önce karpuz yemesinin sebebi :

Yemek sırasında ve yemekten sonra kan dolaşımı sistemi mideye/sindirim sistemine yoğunlaşarak çalışır. Bu sebeple beyine yeterli kan gitmez.  Yemekten önce karpuz yenilince içerdiği sulu glikoz beyine ulaşır. Karpuz glikozu sayesinde yemek başlangıcında beyin beslenmiş olur. Beyinde hasar (bunaklık) olmaz. Aynı zamanda tokluk hissi verdiğinden aşırı yemeyi engeller. Nizamlı bir yiyiş olur.

Medine-i Münevvere’de karpuza çay-ı ilahi denir; suyu, tadı, şekeri, kokusu, rengi v.s. her şeyi içinde olan bir çay.

Diğer zamanlarda yemeklere bal ile başlanmalıdır. Böylece içeriğindeki glikozla fruktozu beyin hemen alır ve kolay çalışır.

Karpuz ile ilgili Hadis-i Şerifler:

1) “Yemekten önce karpuz yemek, karnı yıkadıkça yıkar, hastalığı giderdikçe giderir.”

Ramuz’ül Ehadis, 2289. Hadis, sayfa: 566, Pamuk Yayıncılık.

2) “Karpuzda on haslet vardır. O, bir yemektir. Sudur, güzel kokudur, meyvedir, çöğendir, mesaneyi yıkayıp temizler, mideyi yıkar, temizler, arka suyunu (meniyi) çoğaltır, cinsî münasebet gücünü artırır, karın hastalığına iyi gelir, cildi güzelleştirir.”

Ramuz’ül Ehadis, 4020. Hadis, sayfa: 943, Pamuk Yayıncılık.

Dr. Emin ACAR’dan Nasihatler – 2

Baba ve dede kavramları

İnsan evlenince evliya olur. Çocuğu olunca baba olur. Torunu olunca dede olur. Başka babalık, dedelik yoktur. Örneğin, Somuncu Baba değil, Somuncu Koca’dır.

Futbolda kafanın korunması

Amerikan futbolunda başa kask giyilir, göğse kafes takılır. Başın korunması için futbolda devamlı kask takmalıdır. Özellikle küçük çocuklarda beyin kemikleri tam yerleşmediğinden dolayı zararlı olabilmektedir. Sonuç olarak, başa darbe gelmemelidir ve el sporlarını tercih etmelidir.

Kırma tütünün yasaklanmasının gerekliliği

Kırma tütün 1600’lü yıllarda Osmanlılara dışarıdan getirilmiştir. Tütünü işleyen kadınlar zarar görmektedir, çünkü tütün yapraklarının üzerinde nikotin ve zifir bulunmaktadır. Ayrıca geceleri çalışıldığı için kadınlarda hasar yapmaktadır. Bu nedenlerle kırma tütünün tamamen yasaklanması gerekmektedir. Burada teknik ziraat tatbik edilemediği için kırma tütün ziraatı tamamen yasaklanmalıdır.

Dr. Emin ACAR’dan Nasihatler – 3

1- Patent kullanmak yerine know-how tercih edilmeli.

2- İnsan taşımacılığında hava yolu, yük taşımacılığında sular ve karalar tercih edilmeli.

3- Sporda; yüzme ve el sporları tercih edilmeli.

4- Tekstilde; iç giyimlerde pamuklu, dış giyimlerde yün ve tiftik tercih edilmeli.

5- Ziraatta; teknik ziraat tercih edilmeli.

6- Ağaçlandırmada; engebeli arazide meyveli ağaçlar, yüksek dağlarda orman ağaçları dikilmeli ve düz arazilerde teknik ziraat yapılmalı.

7- Eğitimde; teknik eğitime yönelmeli.

8- Eğitim-öğretimde bilgi teknolojilerinden istifade edilmeli.

9- Öğretimde bilginin talebeye ulaştırılması uzaktan öğretimle gerçekleştirilmeli. Eğitim, sınıf ortamında öğretmenler tarafından uygulamalı yapılmalı.

10- Konutta; bir ailenin oturabileceği bahçeli müstakil evler tercih edilmeli, işyerlerinde ise toplu – çok katlı binalar tercih edilmeli.

11- Gıdalarda; başta kepekli ekmek ve süt olmak üzere bütün tabii gıdalar tercih edilmeli.

12- Tabii gıdalarla dengeli beslenmeyi sağlayarak hastalıklardan korunma sağlanmalı.

13- İnsan vücudunun ihtiyaç duyduğu minerallerin karşılanması için maden suyu üretimi ve içilmesi teşvik edilmeli. Maden suyunun ekonomik üretimi büyük şişelerde yapılmalı.

14- Madenlerde ham üretim değil, işlenerek mamul madde üretimi tercih edilmeli.

15- Yerli üretim ve tüketim hem tercih edilmeli hem de teşvik edilmeli.

16- Teknolojide; en modern sahalarda çalışılmalı.

17- Yönetimde; yönetim bilişime geçilmeli.

18- Beyin göçü önlenmeli.

İbrahim EKEN’den Nasihatler

ŞEHİR, DİN VE KÜLTÜR

Bu üç kelime, telaffuzu kolay, fakat manası çok geniş ve ihatalı olan üç kelimedir. Bu kelimeler arasındaki bağı doğru kurabilmek için, evvela yeryüzündeki tüm çalışmaların sadece insan için olduğunu kabul etmek lazımdır. Tüm çalışmaların, neden sadece insan için olduğunu anlayabilmek için ise, insanın yaratılmışlar arasındaki yerini ve onun vasıflarını iyi tespit etmek gerekir. Mahlûkatı şöyle bir tasnife tabi tutmak mümkündür. Mahlûkat evvela iki kısma ayrılır:

1. Latîf mahlûklar (yoğunluğu olmayan mahlûklar)

2. Kesîf mahlûklar(yoğunluğu olan mahlûklar)

Kesîf mahlûklar da ikiye ayrılır:

1)Zîhayat (hayatı olan mahlûklar)

2)Câmid (hayatı olmayan mahlûklar)

Zîhayat (hayatı olan) mahlûkatı da iki kısımda mütalaa etmek mümkündür:

a)Hayvanlar: Özel aletler yardımıyla görebildiğimiz virüslerden, denizleri taşıran balinalara varıncaya kadar.

b)Nebatlar (Bitkiler): Özel aletlerle görebildiğimiz bakterilerden, göklere set çeken ekvator ağaçlarına kadar.

İşte insan bu mahlûkat arasında kesîf, canlı ve hayatiyeti itibariyle hayvani karaktere sahip mahlûkattandır.

İnsanı benzer karakterdeki diğer hayvanlardan ayırabilmek için, insanı diğerlerinden farklı kılan ayırıcı özelliğini belirterek tarifini yapmak gerekir.

Muhtelif ihtisas sahipleri, insanı kendi ihtisas sahalarına göre tarif etmişlerse de, bu tarifler efradını câmi, ağyârını mani olmaktan uzaktır.

Mesela mantıkçılar insanı, ‘konuşan bir hayvandır’ şeklinde tarif ederken, içtimaiyatçılar ‘sosyal bir hayvandır’ şeklinde tarif etmişlerdir.

Ancak bu tariflerin insanı diğer hayvanlardan ayıran özelliği yoktur. Çünkü bu özellikler diğer hayvanlarda da bulunabilmektedir.

İnsanı diğerlerinden ayıran noksansız bir tarif vardır ki bu da İslam’ın tarifidir.

‘İNSAN MÜKELLEF BİR MAHLÛKTUR’

 Mükellefiyet (yükümlülük) kesîf mahlûkat arasında yalnız insan için vardır. Diğer mahlûkat, insanın mükellefiyetini ifa için emrine verilmiş (musahhar) varlıklardır.

Hal böyle olunca görülüyor ki, her çalışma ve her hareket ancak insan için olacaktır.

ŞEHİR, insan hayatının devam edebilmesi için, şehir hayatının ihtiyaç duyduğu, bütün birimlerini tamamlamış olan yerleşim merkezinin adıdır.

Bu yerleşim merkezinde, insan hayatının devamı için gereken ihtiyaçlar, zorlayıcı bir sistemin içinde değil; huzur, sükûn ve mutluluk içinde temin edilmelidir ki o yerleşim merkezine şehir denebilsin.

DİN, itikadi, ameli, ahlaki, fikri ve içtimai kaidelerin tümüdür.

Bu kaideler, ALLAH tarafından konulup, bir peygamber tarafından tebliğ edilmiş ise hak dinleri, insanlar tarafından vazolunmuş ise batıl dinleri teşkil eder. Yaratılış itibariyle insan sadece kan, kemik ve etten ibaret değildir. Yaratılıştan bir takım duygular vardır ki, bu duyguların tümü tam olarak ve rencide olmaksızın tatmin edilmedikçe insanoğlu mutlu olamaz.

Bu duygular görme, işitme gibi maddi duygular ya da sevgi, şevkat, merhamet, nefret gibi -tatmini için vücutta özel bir organı olmayan- manevi duygulardır.

Eğer insan bir yerde duygularından birinin tatminini buluyor ama o duyguyu tatmin ederken diğer duyguları inciniyorsa, o yer insan için doğru hazırlanmış bir yer değildir.

DİN, insana, kendi düşünceleri ile bulamayacağı bu tatmin yolları ve onun kaidelerini peygamberinin tebliği ile öğreten bir müessesedir.

Zamanımızda, mana ve tarifini bilmeden din ve şeriata karşı çıkan bir takım kimseleri görüyoruz. Bu tür davranışlarla meşgul olmak, hatta cevap vermeye kalkışmak dahi gereksizdir.

Eğitimden diğer bütün ihtiyaçlara kadar, bunların doğru olarak bilinmesi, tatbik imkânlarının temini ve bu imkânların insanın emrine sunulması şehir içinde olur. Ancak ihtiyaçları temin ve tatmin ederken, buna engel olacak her türlü fesat ve bozuklukların o ortamdan arıtılarak aynı zamanda ortamın da korunması gerekli noktalardandır.  İşte bu esaslar içinde, fertlerin öğrenip, tatbik edip unutması; tekrar öğrenip, tatbik edip unutulması; tekrar öğrenip, tatbik edip yeniden unutulması ve bu unutmaların ardından toplumda kalan ve fertlerden asla ayrılmayan, onlarda, et, kemik, kan, haline gelen bilgi, davranış, duyuş, karakter, haz ve nefretten oluşan bir birikim vardır. Buna toplumun kültürü denir. Kültür, fertlere ters düşmeyen müesseselerle yaşanır ve yaşatılır; ancak o müesseselerin devamı ile korunabilir.

HİCRET NEDİR?

Hicri yıl, herhangi bir zamanın akışı içinde zamanın başlangıcını tayin etmekten ibaret değildir.

Hicret ile mühim bir vak’a meydana gelmiştir; o da “hicret vak’a”sıdır.

Küfrü ortadan kaldıran bir nizama çağıran, kendi memleketi olan Mekke-i Mükerreme’de  ehl-i Mekke tarafından vazifesi yaptırılamaz hale gelmiştir.

Hz. Rasulullâh (sallallâhu aleyhi ve sellem) ehl-i Mekke’nin akrabası ve en yakını idi. Buna rağmen, ilim getiren bu nura ehl-i Mekke’nin gözleri dayanamamış, kamaşmış ve perişan olmuştur. Ne yapacaklarını bilemez hale gelen müşrikler, “bizim putlarımızı ortadan kaldıracak” diye Peygamberimize her türlü zulmü reva görmüşlerdir.

O sırada bir belde çıkmış, oradan bir gurup insan gelerek:

‘ Gel Yâ Resûl! Senin asıl yuvan burası, bizim bağrımız sana açıktır. Biz sana, senin yanında Allah’a hizmete hazırız. O’na kul olmaya talibiz.’

diyerek Hz. Rasulullâh’ı kendi memleketine davet etmiştir.

Cahiliye devrinin cehli ve cehaletin en şiddetli hali müminleri kendi vatanında oturamaz hale getirdiğinden, şirkin ortadan kaldırılarak küfrün yok edilmesi, yerine iman ve tevhidin konması için mü’minlerin attıkları ilk adımın adıdır HİCRET…

Hicret, geçim düşüncesi ile, gelişigüzel bir memleketten başka bir memlekete gitmek değildir.

Hicret, Mekke-i Mükerreme’den Medine-i Münevvere’ye gitmekten ibaret değildir.

Bu hicret, küfürden imana dönüştür; zulmetten nura dönüştür; vahşetten medeniyete dönüştür; behîmîyetten insaniyete dönüştür.

Bu hicret, nizamın hicretidir; insanların nizama ve kulluğa hicretidir; kinden ve buğzdan ve nefretten sevgiye ve şefkate dönüştür; yer yüzünde güzelliklerin hakimiyetine dönüştür; vahşet anlayışından imanın ve İslam’ın hak anlayışına dönüştür; ahlakın ve faziletin anlayışına dönüştür; insanların kendi düşünceleri ile hareketlerini idare gafletinden, Allah’ın emri ile düzenlenmiş nizama dönüştür.

Memleketleri terk etmek kolay, ama düşünceleri terk etmek zordur.

İnsanın evini bir yerden başka bir yere taşımasını düşünün! Kolay iş midir?

O müminler öyle bir anlayışa ulaşmışlar ki “bu nizam benim nizamım” demişse eğer; evladını ailesini varını yoğunu memleketini terk etmişler “hepsi olmadan ben olurum ama kul olmadan olamam” demişlerdir.

Hicret, bu bugüne kadar yeryüzünün görmediği ve tanımadığı büyük bir göçtür.

Hicret, bedenlerin Mekke’den Medine’ye göçü değil, mânânın ve ruhun göçüdür.

Hicret zamanında herkesin karşı çıktığı bu imana sahip insanların Rabbi olan Yüce Mevlâmız, elbette bizim de rabbimizdir. Eğer biz de, nefsani duygulardan sıyrılıp İslâmiyet’e kendi nefsimizde, düşüncelerimizde ve ruhumuzda göç edebilirsek o muhacirlerin şerefine ulaşabiliriz. İnşallah…

Cenâb-ı Hak bizleri bu nurdan ve bu faziletten uzak tutmayıversin. Âmîn âmîn âmîn… İbrahim EKEN (4. Mart. 2003, KAYSERİ)

 

 

KUL İBRAHİMDEN SEÇMELER

Eğitim bir alışkanlık işidir. Eğitim, doğru iyi ve güzeli hem kendi hem de başkalarının amellerinde koruma alışkanlığına denir.

İnsana (ferde) bütün amallerinde başkalarına zarar vermeden yaşama alışkanlığı vermek eğitimin zorunlu kısmıdır.

İnsana (ferde) başkalarına faydalı olma alışkanlığını vermek ise, eğitimin ihtiyari kısmını teşkil eder.

Eğer dini akla göre yaşamak gerekse idi, mesh vermenin ayağın üstüne değil altına yapılması icap ederdi.

İlim, bir şuur işidir. İnsanla et kemik gibi bütünleşerek yaşam biçimi (şuur/bilinç) haline gelmeyen ilim kuru malumattır.

Kütüphaneler aklın zor anlayacağı bilgileri içeren kitaplarla doludur; ama kitaplıklar alim değildir.

Hediye, verdiğimiz kişinin ağırlığınca olur. Küçücük bir mendil hediye olabilir, ama o kişiye (mevkiine) yakışır olmalıdır.

Hayat, tatlı hayallerin acı hatıraları; acı vakaların tatlı hatıraları ile doludur.

Söz, taş olup baş yarmamalı, insanların üzerinden bir yükü almalıdır. Kalblere ferahlık vermeli ve insanların sıkıntısını gidermelidir. Bundan gayrisi behîm bağırışıdır.

İnsan bilmediği şeyin düşmanıdır.

İlmi bilmez, ilme düşman olur; alimi bilmez, alime düşman olur.

Yanlışın inceliklerini bilmek gerekmez, ama İslâm’ın inceliklerini bilmek gerekir. Biz hep yanlışları anlatarak doğruyu “bu değildir” diyerek göstermeye çalışıyoruz. Yüzlerce yanlışı göstermek doğruyu tespit etmez. Bu yaklaşım, sadece yanlışın yolunu öğretmek olur.

Evlât; yedi yaşına kadar koklanacak bir fesleğen; on dört yaşına kadar sadık bir hizmetçi; yirmi bir yaşına kadar vakur bir amir; yirmi bir yaşından sonra yenilmez bir düşmandır.

Düşmanın düşmanı dost olurmuş ya, o nedenle torunlar çok sevilir. (Hacı Mehmet Efendi )

Koruma iki şekilde olur:

         1) Üstad, kişiyi kendisine düşman olan şeylerden uzaklaştırır;

         2) Gelişmesini temin edecek faaliyetlere sevk eder.

Karıncalar devlerin yanında görünemedikleri için onları devirir üstüne çıkarlar ve böylece dev görünürler.

Kişilik, bütün amellerde için ve dışın Yüce Allah’ın emirlerine mutabakatıdır.

Akıllar pazara çıkarılmış, herkes kendi aklına pey sürmüş.

Demek oluyor ki, edebe ve yüksek terbiyeye istinat etmeyen bilgi hiçten ibarettir. Bu bilgi -ister dini bilgi,ister dünya bilgisi olsun- sahibini kurtaramaz.  Kişi,hangi derece ve mertebeye  ulaşırsa ulaşsın edebi terk etti mi, mutlaka helak olur.

Kulluk-edep: Mâ-fevkini çok görmemek, mâ-dûnunu hor görmemek, herkesi hâli üzere hoş görüp mahlûka Hâlikının hatırı için merhamet edip sevmeye edep denir.

Akıl  Yüce Rabbisini nasıl idrak eder? Akıl, O’nun mahlukâtını idrakten aciz iken…

Elli seneden beri vaaz ediyorum. Bir tek Hıristiyan örneği vermedim. Yalnız sahabîlerden ve Müslümanlardan, İslam büyüklerinden örnekler verdim. İslam emirlerinde Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem)’in takdiri kâfidir.

Carlayl’ın takdirinden bize ne? Hakikaten takdir etseydi Müslüman olurdu!

Doğruluğu yalnız Rasûlullâh (sallallahu aleyhi ve sellem)’de arayacağız. Başka bir yerde aramak bizi zaafa düşürür.

Başkasının eksiğinden sana ne? Senin neyin var onu göster bana!

Bize Müslümanlık vasfı yetmiyor mu?

Bir insan kul olmadan esirdir. Üzerimizdeki tüm sultaları atmadan kul olamayız. Hürriyet, ancak Allah sultasında mümkün olur.

Varlığınızı başkalarının harabeleri üzerine inşa etmeyiniz.

Müslümanlık’ta “görüş” olmaz.

Emr-i Peygamberî olur; biz onu tebliğ ederiz.

Sizin kanunlarınızla hak talep etmem.

Nizam için “bozuk” ifadesi kullanılamaz; nizamsa bozuk olmaz.

Hakikatın “en hakiki” hali olamaz; bir şey ya hakikidir ya değildir.

Hayal, sonu hüzün veren boşluktur.

Kız çocuklarımıza, “ileride ne olacaksın?” dediklerinde “Evimin hanımı ve Hz. Fatma gibi anne olacağım” diyebilmeyi öğretmeliyiz.

Başkasının suçu, sizin suçunuza sebep olmasın.

İnsan üstadın dizi dibinde yetişir; sonradan kitaplar geliştirir kişiyi.

Mutlaka doğruyu yapamayabiliriz, ama yanlışı yapmamaya mecburuz.

Tatbik edecek adama ihtimaller anlatılmaz, kesin şeyler anlatılır. Halk, amel edecektir. İhtilaf, ilim adamını ilgilendirir.

Her husustaki talepte bir iştiha vardır.

İddia sahibi olmamak,  yerde sürünen karıncayı hilkat itibariyle kendinden farksız görebilmekle mümkündür.

Müslümanlık ubudiyettir(kulluktur). Davada ulûhiyet iddiası kokusu vardır.

Yeryüzünde kusursuz insan ararsanız hiç kimsesiz kalırsınız.

Sözleri arasında ilimle irtibatı kesik olan delidir.

“Ben kendimi düzelteceğim?” deme; düzeltme Allah’a mahsustur. Biz kul olmakla (ubûdiyetle) vazifeliyiz.

Reform, mücerret bozuk olan fikirlerde düzeltme yapmak ve yeniden şekillendirmek demektir. Bu sebeple bu kelime İslam’a nispet edilemez.

Hırsızlık eden aşağılanmaz; “hırsızlık” aşağılanır. Kötülük eden aşağılanmaz, kötülük aşağılanır. Kâfir aşağılanmaz, küfür aşağılanır. Aşağılanan insanın kendisi olamaz, ameli olur.

Eskiden sinema ve tiyatronun önünden geçmek ayıptı. Müslümanlar haç filimleri ile sinemaya girdi. Artık utanma kalktı ve Müslümanlar sinemaya gider oldular.

“Ben ihtisas sahiplerinin sözüne göre hareket edip ilacımı içiyorum.”

Ne kadar dostu olursa olsun, Yüce Allah kulunu bir kulunun seveceğinden çok sever.

“Kardeşimdir” diyerek isyana yardımcı olunmaz.

Denize düşmüş bir adamı deniz boğarsa suç denizin değildir. Zira o suyu fincanda gördü de kaşıkla içti. Eğer kendi nefsini denizi kapsayacak şekilde terbiye etse idi, deniz onu boğamazdı.

Beyaz sakal ecelden haber getirir; bükülmüş bel ölümden selam verir.

İnsan değerini, yalnız Yüce Allah’a olan meyliyle kazanır.

Evlat sevgisi, onu Yüce Allah’ın emrinde korumaya çalışmakla olur.

Yalnız kötülüğün değil iyiliğin bühtanı da yanlış.

Yeryüzünde eşit iki şey yoktur, atomlarda hücrelerde bile.

Bir insan hatasını dört kişiden anlar:

          1) Üstadlarından;

          2) Salih insanlardan;

          3) Âsi insanların isyanından;

          4) Düşmanlarından.

İyilik, Allah emrinde muhafaza etmekle olur.

Kanunu bilmemek, suça özür teşkil etmez.

Toplantı varsa, verilen selamı toplantıya riyaset eden alır.

Her ne yüzle baksa göz âyinede (aynada) kendin görür;

Vechini (yüzünü) pak eyle kim, mir’âta (aynaya) bühtan olmasın. ( Osman Kemalî Dede)

Dikkat ederseniz doğruyu öğrenirsiniz.

Sözüm cehlim kadar yanlış, idrakim kadar eksik.

İnsan mutlak anlamda cahildir. Yer ve gökler ilim dolu olsaydı Eken hocanın ilmi gözle görülemeyecek bir zerre olacaktı. İlimde bir zerre bile değilim; bir zerre kabul edersek bildiğim o zerre içindedir. Bildiklerimin yanında bilmediklerim yer ve gökler kadardır.

Bir şey hangi maksatla vaz’ olunmuşsa vaz’ olunduğu yerden başka yere koymaya “zülüm” denir. Emir olunanı yapınca zulümden kaçmış oluruz.

Olması gereken gibi olun!

“Ben biliyorum!” demeyin hidayet dileyin.

Esas örtü kalbin takvasıdır; dışını örtmüşsün, ya kalbin!?

Bir başkanınsın eksiğini arayıcı olma! Onun eksiği seni tamamlamaz; sen tamam olmaya bak!

Rasûllullâh (sallalâhu aleyhi vesellem)’in aklını beğenme alışkanlığını kazanmak gerekir.

“Nasıl unutmuyorsun” dediler, “Öğreniyorum” dedim.

Köle olduğumuzun, bekçi olduğumuzun, emanetçi olduğumuzun farkında olmak zorundayız.

Âmir-i mutlak Yüce Allah’tır. Memuriyetini bilemeyen İslami şuura eremez.

Herkes Yüce Allah’ın emrine sarılırsa nizam tahakkuk eder.

Mükafâta talip olmak makamı yok eder.

Bir yer ki, Allah a isyan ediliyor, bir şey ki onda Allah’a isyan var oradan kaçın.

Bir partide çalışan doğru insanlar vardır ve doğru sıfatı onlara aittir, partiye değil.  

Ebu’l-Hasen eş-Şâzelî Hz.lerinden Nasihatler

İki Dünya Saadeti

Maliki  âlimlerinden Ebu’l-Hasen eş-Şâzelî Hz. şu nasihatte bulunmuştur:

Ey insan! Şu sıfatlara sarılırsan iki cihan saadetine erişirsin:

–          Yüce Allah’ın vahdaniyetine ve Muhammed Mustafa’nın (s.a.v.) peygamber olduğuna şehadet et.

–          Hikmete ermek istersen, fuzûlî kelâmı terk et.

–          İbadetin halâvetini (lezzetini) hissetmek istersen, çok yemeyi terk et.

–          Allah korkusunun kalbinde yer tutmasını dilersen, Allah Teâlâ’nın zâtı hakkında tevehhümü terk et.

–          Yüzünün nurlanmasını dilersen, gece namazına devam et.

–          Kıyamet gününün susuzluğundan kurtulmak dilersen, oruca devam et.

–          Kabir azabından selâmet dilersen, necasetten tahârete dikkat et, bütün haramlardan sakın ve şehvetleri terk et.

–          Zengin olmak istersen, kanaate devam et.

–          İnsanların en hayırlısı olmak istersen, onlara faydalı ol.

–          Muhsinlerden olmak istersen, Yüce Allah’a onu görüyormuş  gibi ibadet et.  Zira sen O’nu göremesen de O seni görür.

–          İmânının kemâle ermesini dilersen, ahlâkını güzelleştir.

–          Allah Teâlâ’nın seni sevmesini dilersen, müslüman kardeşlerinin ihtiyaçlarını gözet.

–          Allah Teâlâ’nın itaatkâr kullarından olmak dilersen, O’nun sana farz kıldıklarını edâ et.

–          Cuma guslüne devam et ki, kıyamet günü huzur-ı ilâhiye günahsız varasın.

–          Kıyamet günü karanlığından selamet içinde haşr olunmak için, Allah’ın mahlukatından kimseye zulmetme.

–          Günahlarını azaltmak istersen, devamlı istiğfâr etmeyi terk etme.

–          İnsanların en kuvvetlisi olmak istersen, Allah Teâlâ’ya tevekkül et.

–          Eğer Cenâb-ı Hakk’ın rızkına yağmur gibi bolluk vermesini dilersen, daima tahâret-i kâmile üzere bulun.

Hacı Bayram-ı Veli’den Nasihatler

HACI BAYRAM-I VELİ HAZRETLERİ’NİN (1353-1430) NASİHATLARI

1- Konstantiniyye mutlaka alınacaktır. Ama bunu bir öfke ve hiddet işi haline sokmadan, bir illeti tedavi eder gibi yapmak lazımdır. Çünkü hiddet ve kin, gerçekleri gören gözleri kör eder.

2-Halk içinde Allah’ı çokça anınız. Bu durum maneviyatı yükseltir, katı kalpleri yumuşatır.

3-Hiç  bir günahı küçümsemeyiniz.

4-Boş durmayıp çalışınız. Çalışanları Allah sever.

5-Boş gezenler zengin bile olsalar yoldaşları şeytandır ve kalpleri şeytana konaktır.

6-Her nerede olursanız olunuz Allah’ın sizi gördüğünü  unutmayınız. Allah’tan korkunuz, fenalıklardan sakınınız.

7-Neresi sizi dünyaya çekiyorsa ve size Allah’ı unutturuyorsa orası sizin helakiniz için bir tuzaktır.

8-Neresi sizi Allah’a yöneltiyorsa ve sizi düşündürüyorsa orası cennete gitmeniz için bir duraktır.

9-Emaneti koruyunuz ; zira din de size emanettir, beden de.

10-Her namazın sonunda size hoş gelen bir ibadeti yapmayı adet edininiz. Meselâ, birkaç tövbe-istiğfar çekmek, bir sure veya ayet okumak, Allah’ı zikretmek gibi.

11-Ezanla birlikte camide olunuz ; cahiller sizden ilerde bulunmasın.

12-Her ayın tek günlerinde veya en az birinci,onbeşinci ve sonuncu gününde olmak üzere oruç tutmaya gayret ediniz.

13- Ölümü sakın unutmayınız ! Her gece onu hatırlayınız ve hesabınızı yapınız. Olur ki tövbe edince Cenâb-ı Hakk’ta sizi affeder.

14-Nefsinizi daima kontrol altında tutunuz. Düşününüz ve nefsinizi başı boş bırakmayınız. Zira nefis, her fırsatta sizi ateşe götürür.

15- Dünyalığınız varsa sakın ona güvenmeyiniz ! Dünyalığınız yoksa çalışıp helalinden elde ediniz. Kazandığından fakirlere cömertçe paylarını veriniz.

16-Kimden ilim tahsil etmişseniz, o hocanız  için daima Yüce Allah’tan rahmet ve mağfiret dileyiniz.

17-Başkalarından daha çok çalışıp çok ilim sahibi olunuz.

18-Önce ilim tahsil ediniz, sonra helalinden para kazanıp evleniniz.

19-İlmî bir konuyu  özüne göre düşününüz ve öyle karar veriniz. Meselelerin dıştan görünüşüne bakıp yanılmayınız.

20-Başkalarından daha ihlaslı ve daha çok ibadet etmedikçe ve başkalarından daha çok ihsanda bulunmadıkça rahat etmeyiniz.

21-Mezarlıkları sık sık ziyaret ediniz. Böylelikle dünya gamından ve nefsin sıkıştırmasından kurtulursunuz. Çünkü nefsin tek korktuğu ve aldatamadığı yer mezarlıktır. Nefis, ölenin kendisi olacağını ve azabı tadacağını iyi bilir.

22-Büyük zâtların kabirlerini ziyaret ediniz. Bu zahmetiniz, o zâtların size şefaat etmesini sağlar.

23-Bütün işlerde cimrilikten sakınınız. İnsanlığınızı koruyunuz. Güzel huylu ve merhametli olunuz. Ne halde olursanız olun dünyaya rağbeti azaltınız. Kötülükten uzaklaşınız.

24-Her daim nasihat ediniz.

25-Oyun oynanan ( kumar vb.) yerlere ve laubali konuşulan meclislere girmeyiniz.

26-Aile arasında âdâba dikkat ediniz.

27-Ayıplarını gördüğünüz komşuyu kınamayınız. Sırlarını açıklamayınız. Çünkü gördüğünüz bu sır, size emanettir. Emanete hıyanet, kötü ve çirkin bir fiildir.

28-Çok gülmeyiniz zira kalbiniz kararır. Sakin ve ağırbaşlı olunuz, yürürken başınız önde vakarlı bir şekilde yürüyünüz, aceleci olmayınız.

29-İyi biliniz ki öfke, düşünceyi ve iyi düşünmeyi daraltır. Sonunda insan yanılır.

30-Konuşurken gürleme, bağırıp çağırma, yüksek sesle bile konuşma!

31-Allah’a isyan yolunda kimseye yardımcı olma!

32-Adalet güzeldir, ama Emir (yönetici)’de olursa daha güzeldir;  cömertlik güzeldir, ama zenginde olursa daha güzeldir; sabır güzeldir, ama fakirde olursa daha güzeldir;  tövbe güzeldir, ama gençlerde olursa daha güzeldir; utanmak güzeldir, ama hanımlarda olursa daha güzeldir.

33-Devlet büyükleriyle ilişkilerinizde ateşten faydalandığınız gibi olun! Uzakça durun, ısınacak kadar yaklaşın!

34-Büyüklerin huzuruna girerken hem kendi kadrinizi hem de başkasının kıymetini bilen olun!

35-İlimde ve hukuki meselelerde sana teklif edilecek işler hususunda, ancak kendine uygun olanları kabul et ki sonuçta başka bir görüşü savunmak zorunda kalmayasın.

36-Cahil zümre arasında ne gülün ne de gülümseyin !

37-Cahil topluluktan sakının, onlarla tartışmaya girmeyin !

38-Çok konuşmayın, sorulanları biliyorsanız cevap verin ! Kaynak gösterin ki dinleyenler anlattıklarınızı şüphe ile karşılamasın.

39-Halkın önünde konuşmayın; ancak sorulursa cevap verin.

40-Avam ve zenginler arasında dini ve zaruri bilgiye dair sözlerden çekinin! Zira zenginliğe ve mala karşı zaafın var gibi anlaşılmasın.

41-Küçük çocukları seviniz ve başlarını okşayıp sevindiriniz. Bu Peygamberimizin emridir.

42-Yol ortasını işgal etmeyiniz!

43-Beyaz giyinmeyi adet edininiz.Zira bu adet, sizi daha dikkatli kılar.

44-Padişah huzurunda dahi olsanız hakkı ve hakikati söylemekten korkmayınız.

45-Padişah, sizi hoşlanmadığınız ve dininize uymayan bir işe tayin ederse kabul etmeyiniz.

46-Bu güzel nasihatların herbiri bir Hadis-i Şerifin meâlidir.

 

HACI BAYRAM-I VELİ HAZRETLERİ’NİN SULTAN İKİNCİ MURAD HAN’A (Haziran 1404,Amasya – 3 Şubat 1451, Edirne) NASİHATLARI

Hacı Bayram-ı Veli Hazretleri Edirne’den ayrılırken kendisinden nasihat isteyen Sultan İkinci Murad Han’a şöyle nasihat etmiştir:

-Tebean içinde herkesin yerini tanı, ileri gelenlere ikramda bulun!

-İlim sahiplerine hürmet et!

-Yaşlılara saygı, gençlere sevgi göster!

-Halka yaklaş; fasıklardan uzaklaş, iyilerle beraber ol!

-Hiç kimseyi küçümseme ve hafife alma!

-İnsanlığında kusur etme!

-Sırrını kimseye açma!

-Cimri ve alçak insanlarla dostluk kurma!

-Kötü olduğunu bildiğin hiçbirşeye ülfet etme!.

-Sana birşey sorulursa o soruya herkesin anlayacağı şekilde cevap ver!

-Seni ziyarete gelenlere ilminden birşeyler öğret! Böylece faydalansınlar ve herkes öğrettiğin şeyi anlayıp uygulasın.

-Bazan da insanlara yemek ikram et. İhtiyaçlarını temin et. Onların değer ve itibarlarını iyi tanı ve kusurlarını görme!

-Halka yumuşak davran, müsamaha göster!